Türkiyenin En Büyük Chat ve Sohbet Portalında Yeni Chat Arkadaşlıkları Edinin.

Sohbet Girişi


* Şifreniz yoksa boş bırakın. ESKİ SÜRÜM İLE BAĞLAN

Ahmet Anapalı'ile Lozan


Ahmet Anapalı’ile Lozan

Atatürk’ün tabiri ile Cumhuriyetin Önsözü olan Lozan Antlaşması’na dair bugüne kadar çok söz söylendi, çok yazıldı ama hâlâ bitirilemedi. Ancak enteresan olan husus ise bugün bile üzerinden şu kadar sene geçmesine rağmen Lozan mevzuunda ortak bir noktada buluşmak mümkün olmadı.

BUGÜN Lozan dendiğinde akla, ya cephede kazanıldığı halde masada kaybedilen vatan geliyor ya da uluslararası diplomasi sahasında Türkiye’nin kazandığı anlı şanlı bir bürokrasi zaferi geliyor. Bu yazımız, esasında bu düşüncelerden herhangi birini desteklemek için yazılmış değildir. Zira bu yazının mevzuu; iki dönemde yaklaşık dokuz ay süren Lozan Antlaşması esnasında tezahür eden ve üstad Necip Fazıl’ın tabiri ile insanı hıçkıra hıçkıra güldüren, kahkahalarla ağlatan komediler zincirini dile getirmektir. Dolayısı bu yazıdan maksat, bu ülkeyi bir vakitler temsil makamında olan zevatın bilgi ve yetenek kapasitelerini gün ışığına çıkartmaktır.

Ne tuhaf değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin önsözü mesabesindeki bir organizasyonu komedi diye tarif etmemize sebebiyet verecek tuhaflıklar meydana geldi ama temsil makamındaki kişiler bu nasıl iştir yahu demedi. Peki, nedir bu memleket olarak bizi bütün dünyanın önünde acınası hale düşüren ve komedi-dram şeklinde vücut bulan tiyatral skandallar bütünü?

Esasında yüzlerce maddede anlatılabilecek olan bu komedyayı sayfalarımızın mahdut hali gereği zorlanarak da olsa on maddede anlatmayı deneyelim.

Malumunuz Temmuz ayı Lozan ayıdır ve biz bu haftadan itibaren teferruatlı bir biçimde hafta hafta bu Lozan denen antlaşmanın ne olduğunu, bize neler kazandırdığını ya da kaybettirdiğini madde madde inceleyeceğiz ve bilimsel bir platformda kaynaklar ışığında sizlerin dikkatine sunacağız.

1- Görüşme Yerini Biz Belirleyemiyoruz.

TBMM, haklı olarak cephede bir zafer kazanmanın verdiği baskın duygularla bu antlaşma görüşmelerinin İzmir’de yani düşman işgalinden kurtarılan son Osmanlı toprağında yapılmasını taraflara teklif etti. Etti etmesine de bu teklif Avrupalı muhatapları tarafından ciddiye alınıp üzerinde görüşme bile yapılmadı. İngiltere’nin İstanbul Yüksek Komiseri Rumbold, 11 Ekim 1922’de Savaş Bakanlığı’na yazdığı bir telgrafta, Türklerin yalnızca Yunanlılar’a değil tüm müttefiklere karşı zafer kazandığı yolunda halk arasındaki yaygın inanca dikkat çekti. Ve şu bilgi bakanlığına sundu;

“…Bu izlenim, eğer konferans bir Türk şehrinde gerçekleşirse daha da güçlenecektir. Bu öneriyi kabul etmek, Türklerin sadece Yunanlıları değil tüm müttefikleri yendiğini kabul etmek demektir. Eğer Türk tarafının konferansı bir Türk şehrinde yapma teklifi kabul edilirse, bir heyet üyesi Türk, konferans başkanlığı talebinde dahi bulunabilir.”1

Lozan’daki İngiliz heyetinin başkanı Lord Curzon, Rumbold tarafından dile getirilen bu sakıncalara tamamıyla katılıyordu ve bu nedenle Türk topraklarında bir barış konferansı toplanması fikrini hiç düşünmeden reddetti. Bu tür öneriler “kesinlikle kabul edilemezdi.2” Çünkü bu durum Yunanistan Devlet Başkanı Elefterios Venizelos’un duygularını incitebilirdi. Bir haftalık görüşmeler neticesinde İngilizler İzmir’i kabul etmedi ama Türkiye İsvçire’nin Lozan kentinde görüşmeyi kabul etti. Türk orduları tarafından tartışmasız bir şekilde kazanılan bir savaşın neticesinde yapılan barış konferansının nerede, ne zaman yapılacağı ve neden orada yapılacağı meselesi bile İngilizler tarafından psikolojik savaş ayrıntıları olarak görülüyor ve bu yüzden her şartı Türk heyetinin aleyhinde olması için uğraşılıyordu. İşte bizi Lozan’da temsil eden Türk heyetine örnek diplomasi ve diplomatik kişilik örneği.

Ne tuhaf değil mi? Yunanistan Devlet Başkanı Elefterios Venizelos’un duygularını düşünen ve Sakarya ile Dumlupınar’ı hatırlayıp incinmesin diye İsviçre Lozan’ı kabul eden Türk tarafı acaba mümessili olduğu Türk milletinin duygularını düşündü mü?

2- Toplantı Tarihi Ertelendi Ama Bize Haber Verilmedi.

Evet, yanlış okumadınız hadise tam olarak başlıkta ifade edildiği gibi cereyan etmiştir. Şöyle ki;

Lozan’da karşımıza 8 Devlet çıktı: İngiltere, Fransa, Amerika, İtalya, Japonya, Romanya, Sırbistan ve Yunanistan!.. Toplantı bir hafta ertelendi ama Türkiye’ye haber verilmedi. Toplantı günü 13 Kasım olarak kararlaştırıldı ve tüm ülkelere davet mektupları gönderildi. Gönderildi ama İsviçre, bu toplantı için yapması gereken gerekli hazırlıkları yapmadığı ve İngiltere ile İsviçre’de genel seçimler olduğu için toplantı ilan edildiği tarihten bir hafta sonraya ertelendi. Fakat toplantının bir hafta ertelenmesi haberi Türkiye’ye söylenmedi. İsterseniz skandal olarak adlandırılması gereken bu hadiseyi baş aktöründen yani İsmet İnönü’nün hatıralarından takip edelim; “… İsviçre’ye gelir gelmez karşımıza çıkan ilk mesele İsviçre’yi tamamıyla boş bulmamızdır. Müttefiklerden hiç kimse hiçbir heyet İsviçre’ye gelmemişti. Yalnız biz gitmiş bulunuyorduk. Bunun sebebi İsviçre’de ve İngiltere’de yeni seçimlere gidilmiş olmasıdır. O günler bu ülkelerde seçim günleri idi. İngiliz heyeti İngiltere’deki seçimlerden sonra gelebilecek ve konferans başlayacaktı. Ben İstanbul’da General Harrington ile görüşmüştüm. O bana bu konuda bir şey söylememişti. Gerek İstanbul’da gerek İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yolda veya herhangi bir yerde bana konferansın bize söylendiği gibi ayın 13’ünde toplanmayacağını, bir hafta ertelendiğini bildirmemişti.”3

Türkiye adına ne acı bir hadise bu böyle. Toplantı tarihi erteleniyor ama Türk heyetine haber vermek tenezzülünde dahi bulunulmuyor. İşin daha fenası bizim ekip, eşit devletler statüsünde yapılan bu toplantı öncesinde ülkemizi ve milli mücadelemizi hiçe sayan bu fecaati uluslararası bir skandal haline getirip Türkiye’nin haklarını aramıyor. Bu ihmali sıradan bir hadise olarak değerlendirip bir hafta oralarda kırda bayırda dolaşarak zaman geçiriyor

3- Hani Misak-ı Millî Namus ve Şerefti.

Ankara’dan Lozan’a gönderilen görüşme heyeti, başkan İsmet İnönü, 1.başkan yardımcısı Dr. Rıza Nur ve 2. Başkan Yardımcısı Hasan Saka önderliğinde kalabalık bir grup olarak 13 Kasım 1922’de Lozan’a ayakbastılar. Ankara’dan ayrılmadan önce bu heyete dikkat etmeleri gereken hususlarla ilgili olarak üç-beş sayfalık not verdiler. Bu notların başında ise ne olursa olsun, çiğnemeyeceklerine dair hem İstanbul’daki Meclis-i Mebusan üyelerinin hem de Ankara’daki TBMM üyelerinin namus, şeref ve haysiyetleri üzerine yemin edilen ve uğruna ölmekten çekinmeyeceğiz denilen “Misak-ı Millî”den “Milli Yemin”den taviz verilmemesidir. İyi ama vatan uğruna can vermeyi göze alan yiğitlerin şereflerinin üzerine yemin ettikleri ve canlarından aziz bildikleri bu Misak-ı Millî de nedir?

Misak-ı Millî; İstanbul’da toplanan son Osmanlı Mebusan Meclisi tarafından 28 Ocak 1920’de oybirliği ile kabul edilmiş ve 17 Şubat’ta kamuoyuna açıklanmıştır. Buna göre; Suriye’de Azez, Cerablus, Rakka ve Deyrizor (Fırat Vadisi), Hatay; Irak’ta Sincar, Musul, Altınköprü, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye Misak-ı Milli sınırları içindedir. Doğuda ise “Elviye-i Selase (Kars, Artvin ve Batum)” Ege’de Adalar, Batı Trakya, Akdeniz’de Kıbrıs ve 30 Ekim 1918’de Türk ordularının kontrolündeki (Türklerle meskûn) Ahıska da aynı şekilde Misak-ı Milli’ye dâhildir.4 İstanbul Hükümetinin kabul ettiği bu “millî and”ı aynen virgülüne bile dokunmadan Ankara’daki Meclis de kabul etmiştir. Lozan’a giden heyet’i Mustafa Kemal Paşa, bu sınırlara hassas olunması noktasında İnönü ve ekibini uyardığı tarihî kaynaklardan anlaşılmaktadır. Ancak her şeye rağmen, o kadar ihtara, o kadar tembihe rağmen İnönü’nün başını çektiği heyetimiz Misak-ı Milli’yi yamalı bohça misali bin yerinden parçaladı.

4- Lozan’da Her Dil Serbestti Ama Türkçe Konuşmak Yasaktı.

Toplantı süresince komisyonlarda yapılan görüşmelerde kullanılacak olan dillerin tespiti yok artık bu kadar da olmaz denilecek cinsten. Toplantının resmi dili üzerine yapılan görüşmeler neticesinde Fransızca, İngilizce ve İtalyanca görüşmeler boyunca kullanılabilecek resmi diller olarak kabul edildi. Başka dil kullanmak ise kesinlikle yasaktı! Halbuki masaya galip devlet sıfatı ile oturan taraf olarak TÜRKÇE’nin de olması gerekirdi. Böylece Anlaşma’nın TÜRKÇE aslı elimizde olurdu… Hâlbuki şimdi sadece antlaşma metninin sonraki senelerde yapılan tercümesi var. Düşünmek bile insanı derinden üzüyor. Vahşi kapitalist Avrupa’yı her cephede yenerek Galip olarak oturduğumuz ve esasında patronu olmamız gereken masada Türkçe konuşmak yasaktır.5 Yazıklar olsun demekten başka ne gelir ki elden…

5-Ülkelerin Temsilcileri Tanıtılıyor.

Tüm cephelerde rakip ve düşman ülkelerin ordularını diz çöktüre çöktüre galibiyetimizi beyinlerine ve dünyanın idrakine kazıya kazıya kazandığımız millî mücadelemizin neticesinde muzaffer taraf olarak masaya oturduğumuz Lozan’ın tüm ülkelerce kabul edilmiş görüşmelerin başındaki ülke temsilcilerinin takdimi bile o masada ne durumda olduğumuzun esasında bir göstergesidir. Lozan’a katılan ama aslında mağlup tarafın temsilcisi sıfatı ile o masada oturan temsilcilerin sıfat ve isimleri şaşaalı bir biçimde sunulurken, galip tarafın temsilcileri sıfatı ile Lozan’da o masada o masanın patronları olan, daha doğrusu olması gereken İsmet Paşa ve ekibi sade bir vatandaş gibi takdim edildiler. İşin vahim tarafı İsmet Paşa bu durumdan, daha sonra yazdığı hatıralara bakacak olursak hiç rahatsız olmamış. Hâlbuki paşanın bu duruma itiraz edip kazandığı savaşları ve aldığı madalyaları saydırması daha asil bir davranış olurdu. Şöyle takdim ediliyor katılımcılar;

…Haşmetli Büyük Britanya ve İrlanda Birleşik Devletleri kralı ve Hindistan İmparatoru Hazretleri’nin İstanbul’daki Yüksek komiseri, soylu Sir Horas Jorj Montegü Rumbold

…Fransa Büyükelçisi, Cumhuriyetin doğudaki en yüksek komiseri, lejyon dönor ulusal nişanının, Grand ofisiye rütbesinin sahibi, Ferik General, Mösyö Maurice Pele

…Senato Üyesi, İtalya Büyükelçisi, İstanbul’da en yüksek komiser, Sen Moris, Sen Lazar ve Kuron d’itali nişanlarının Grand Kruva rütbesinin sahibi, soylu Marki Camile Garoni

…Atina’da en yüksek temsilci, orta elçi, Sen Moris ve Lazar nişanlarının, komandatör, Kuron d’itali nişanının Grand ofisiye rütbesinin sahibi Mösyö Jül Sezar Montanya

…Sulay Luvan nişanının birinci rütbesinin sahibi, Roma’da en yüksek temsilci, büyükelçi Mösyö Kintaro Oçiyai Juzamimi

…Bakanlar Kurulu eski başkanı, Sovyör nişanının Grand Kruva rütbesinin sahibi, Mösyö Elefterios Kirye Venizelos

Görüldüğü üzere savaşta mağlup ama masada galip tarafın temsilcileri en tumturaklı halleriyle ve en havalı pozisyonlarıyla dünya kamuoyuna sunulur. Sıra savaşın galibi olması hasebiyle masanın da patronu konumunun tabii sahibi Türkiye’nin temsilcilerine gelir. Aynı ağdalı ve süslü sıfatlarla dolu isimlerinin okunmasını bekliyorsunuz değil mi? Beklemeyin, zira durum hiç de öyle olmayacaktır. Şöyle takdim edilir Türk delegasyon heyeti;

…Dış İşleri Bakanı, Edirne Milletvekili İsmet Paşa

…Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Doktor Rıza Nur

…Eski Bakan Trabzon Milletvekili Hasan Hüsnü Saka Bey6

Bu tür bir acziyetin acaba dünya kelime literatürlerinde mantıklı ve iyimser bir açıklaması var mıdır?.. Bu hitap şekli nedense bana Kanuni Sultan Süleyman Han’ın Fransa Kralı Fransuva’ya gönderdiği mektubun başındaki hitap ve taltif cümlelerini hatırlatıyor. Ne demiş koca Süleyman Fransa Kralı’na hitaben;

“…Ben ki sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç giydiren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi. Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Azerbaycan’ın ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve nice memleketlerin sultanı ve padişahı Sultan Bayezid Han oğlu Sultan Selim Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilayetinin kralı Fransuva’sın…”

6- Komisyon Başkanlıklarına Türkler Getirilmedi.

Toplantının nasıl gerçekleşeceği hangi mevzularda ve hangi başlıklar altında komisyonların kurulacağı mevzuları ana hatları ile belirlendi. Sıra bu alt komisyonlara görüşmeleri idare edecek olan toplantı başkanlarının seçimine geldi. Ancak ne acı ki bu alt Görüşmelerin başından sonuna kadar oluşturulan komisyonların hiçbirinde Türk heyetinden birine komisyon başkanlığı verilmedi. İngiltere-Fransa ve İtalya komisyon başkanlıklarını sonuna kadar ellerinde tuttular, işin tuhaf olan tarafı ise bu duruma bizimkilerden güçlü bir itirazın gelmemesidir.

Türkçe konuşmak yasak, komisyonlara başkanlık yapmak yasak ne tuhaf. Ama gelin görün ki masanın ve savaşın galibi biziz bu durum komedi değil başka bir şey ama edebimizden söyleyemiyoruz

7- Bizim Heyet Asker, Karşı Taraf Bürokrat Kökenli İdi.

Müzakereler boyunca dikkat çeken bir diğer husus şu idi ki; karşımızda hasım olarak duran devletlerin temsilcilerinin tamamı, siyaset, tarih ve maliye bürokratları iken, bizim heyetimizin başında İsmet İnönü yani bir asker vardı! İngiltere’nin başını çektiği rakip ülkelerin her biri, sanat tarihi uzmanından eğitim pedagoguna, arkeolojiden, tarihe, ekonomiden belediye hizmetlerine, şehir mühendislerinden sosyologlara kadar pek çok uzman ve bilim adamı getirmişken bizim heyet başkanları yanlarına 150 kişilik asker kökenli yaver ve yardımcı getirmiş. Sanırım büyük devlet olmanın gereği olan donanımdan eksik olmak bu olsa gerek…



Bir cevap bırakın.

CLOSE
CLOSE